Mustafa Okumuş’un Çağrı Yayınları
arasından çıkan Çoban Yıldızı kitabı 102 sayfa ve 12 hikâyeden oluşuyor. Yazarın
izlenimlerine dayanan bu anı kitabı ilk sayfasından başlayarak okuyucuyu
1930-1940'lı yıllardaki çocukların haylaz, yaramaz, hırçın yaşamlarını anlattığı
bir hayal dünyasına götürüyor. Hikâyelerdeki sade ve yerel anlatım okuyucuyla
kitabı çocukluk arkadaşı ederken aynı zamanda; ilk bakışta anlatım bozukluğu
gibi görünen -dı -di -mış -miş eklerinin fazla kullanımı kitaba adeta bir masal
havası katıyor.
Her okuyucunun kendinden bir parça
bulduğu bu kitap gençlere eski zaman çocuklarının yaşamınını, yaşadığı doğanın
güzelliğini, yerel kelimelerin anlamını öğretirken ileri yaştaki okuyucuda da geçmişe
duyulan bir özlemi canlandırıyor.
Hikâyenin başında okuyucuyu
gülümseten, sonuna geldiğinde ise içinde hüzün oluşturan olaylar bize törenin
yanlış yönlerini, küçük oyunlar sandığımız basit şeylerin aslında ne kadar
önemli olduğunu, şehrin en güzel yanının köye dönmek olduğunu, hırsızlığın yanlış
bir davranış olduğu gibi konuları, bizi kendimize getirecek bir tokatla anlatıyor.
Yazar kendi çocukluğundan kalan hatıraları
kelime oyunu yapmadan okuyucuya sunması kitapla okuyucu arasında bulunan mesafeyi
daraltıp okuyucunun, bir dostunun hatıralarını dinliyormuş gibi bir samimiyet
içerisine sokmuştur. Aynı zamanda hikâyelerde
ileri yaşlardaki insanların öğüt verici sözleri ise okuyucuya büyüklerin
bilgisini ve kültürel değerlerimizin önemini anlatmaktadır.
Yazar kitaptaki ilk hikâye olan
Çoban Yıldızı hikâyesindeki şu sözlerle adeta kitabı özetlemiştir:
''Okusaydım, hele de ziraat
mühendisi olsaydım; çiftlik bu halde mi olurdu şimdi? Burayı bir çiftlik ağası
gibi değil, bir ziraat mühendisi gibi yönetirdim. İçimde ukde olarak kalan çok
şey var. Ne yazık ki hanyadan Konya’dan haberimiz olmadı. İlim ve fenden uzak
kaldık. Senin anlayacağın ben hep babamın oğlu olarak onun gölgesinde kaldım. İstiyorum
ki sen kalmayasın. Bak oğul, boynuz daima kulağı geçmeli. Oğul dediğin babasının
adıyla değil, babası oğlunun adıyla anılmalı. Anılmalı ki oğul babasının gölgesinde
kalmasın, benim gibi. Babayı geçemeyen oğul, babasıyla öğünme hakkına sahip
olamaz. Ben sana güveniyorum. Çiftliğe ilim fen taşı. Daima yeniliklere açık
ol, gereğini yap. İnsanlara iş ve ekmek kapısı aç. Sofran ve elin açık olsun.
Daima senden zayıfları koru. Onlara kol kanat ol ki Allah'ın rızasını kazanasın.
Benim dahi rızam budur evlat. Yakınlarının hakkını gözet. Benim kemiğimi sızlatma.
Anana atana rahmet okut. Dünyadan başka bir şey götüremezsin. Kefenin cebi yok.
Bütün bunları söyleyecek gücü ve fırsatı bir daha bulamam. Bunlar benim
vasiyetimdir. Artık bu ailenin büyüğü sensin oğul. Unutma ki büyüklük ne yaşta
ne de baştadır. Büyüklük hakta ve adalettedir.''
Kitabın kapağını ve iç resimlerini kıymetli sanatçı Ressam Ahmet İhsan ASLANTÜRK yapmış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder