7 Nisan 2014 Pazartesi

DURDU GÜNEŞ’in HAYATIN İÇİNDEN FIKRALAR KİTABI ÜZERİNE/Bekir BÜYÜKKURT

Türk sözlü edebiyatının günümüzde son derece canlı olarak yaşamakta olan türü fıkradır. Fıkralar, Türk sözlü edebiyat geleneğinin en eski türlerinden biridir. Dîvânu Lügâti’t-Türk’te ‘fıkra’ karşılığı olarak kullanılan ve tam olarak da, ‘Halk arasında ortaya çıkıp insanları güldüren şey’ anlamındaki ‘küg’ ve; ’külüt’ kelimelerinin varlığı da fıkra türünün eskiliğinin bir göstergesidir. Fıkra türü, çoğunlukla sözlü edebiyat geleneği içinde yer almakla birlikte yazılı edebiyat geleneğinin de yoğun olarak kullandığı bir iletişim aracıdır.
Hemen hemen bütün kültürlerde var olan fıkra geleneği, fıkra aracılığıyla milletin asli değerlerine sahip çıkmayı amaçlamaktadır. Fıkra, gündelik hayatta karşılaşılan aksaklıkları ve yanlışlıkları, uyumsuzluk ve uygunsuzlukları; hikmetli, keskin ve ince bir alayla yansıtmaktadır. Fıkra bir dönemi sosyal ve kültürel anlamda anlamanın ve anlatmanın yollarından biridir. Çünkü fıkra ile bir dönemin sosyal ve kültürel fotografı çekilmektedir. Fıkra için bir dönemin şifresi veya anahtarı da denilebilir. Fıkraları anlamak ve anlatabilmek için; ince bir zekaya, stratejik bir düşünme yapısına ve yumuşak bir gönüle sahip olmak gerekir. Fıkralar bir konuşma esnasında; meselenin tesirli, etkili ve akılda kalıcı olması için de kullanılmaktadır. Fıkraların genel olarak en yaygın işlevlerinden birisi de, bir kişi veya kurumu yıpratmak, gülünç duruma düşürmek ve geniş kitlelere yönelik propaganda malzemesi olarak kamuoyu oluşturmak ve yönlendirmektir. Fıkra ile alakalı genel bir bilgi verdikten sonra asıl meselemize geçebiliriz.
Durdu GÜNEŞ’in ‘Hayatın İçinden Fıkralar’(ANKARA-2013) kitabı bir SAGE Yayın kuruluşu olan KUĞU KİTAP’tan çıkmış. Yazar, bazen kendi dilinden, bazen de başkalarının dilinden anlattığı fıkralarla okurlarını ince esprilerle güldürürken, aynı zamanda düşündürmektedir. 108 fıkradan ve 115 sayfadan oluşan kitapta çoğu zaman bizlerinde karşılaştığı esprili hadiseler gayet sade bir üslupla anlatılmış.
Durdu GÜNEŞ kitabın girişinde fıkra ile alakalı ‘efradını cami, ağyarını mani’ bir çerçeve çizmiş ve günlük hayatta sıklıkla karşılaştığımız bazı esprili hadiseleri idrak edebilmek için mizah kültürüne sahip olmak gerektiğini şöyle ifade etmiştir: ‘Fıkralar bizi güldüren kısa öykülerdir. Sohbete neşe kattığı gibi bir meselenin anlaşılmasına yardım eder. Bazen fıkra yardımıyla birini ikaz ederiz. Bazen fıkradan hayata dair bir ders çıkarırız.
Fıkralar bir toplumun düşünce yapısını, eğlence anlayışını ve hayat tarzını da yansıtır. Yerinde kullanılmak kaydıyla fıkralar düşüncemizin oluşmasında sağlıklı iletişim kurulmasında oldukça önemli rol oynar. Açık ve net söyleyemediğimiz bir konuyu fıkra yardımıyla anlatırız.
Günlük hayatın içinde birçok fıkraya konu olacak olayla karşılaşırız. Ancak mizah kültürüne sahip isek hayatın içindeki bu fıkraların farkına varırız. ’Bu milletin okuma-yazma bilmeyen ama irfanıyla meseleleri halledebilme melekesine sahip büyükleri ile milletin içinden çıkan ama içinden çıktığı milletin değerlerini hor ve hakir gören (düşman olanları da yok değil), adam olmayı malumat yığınlarında boğulmakla, maddi servet kazanmakla, makama-mevkie esir olmakla eşdeğer gören cahil diplomalıların anlatıldığı ‘Bu Memleket Dırdırla Yürümez’ adlı fıkrasından testimiz miktarınca alınacak birçok hikmet vardır:
‘Anadolu’nun bir köyünden çıkmış, Ankara’da Mühendislik fakültesinde okuyordu. Köyüne döndüğünde köy kahvesinde oturmuş, halkına tepeden bakan ve bilgiçlik taslayan edasıyla konuşmaya başladı:
            -Bu halk cehaletten kurtulmalıdır.
            -Halk çağdaş anlayışla yeniden yapılandırılmalıdır,
            -Toplum ilerici bir anlayışa sahip olmalıdır.
Köşede bu sözleri dinleyen Ramazan Emmi gayri ihtiyari seslendi:
            -Oğlum, bu memleket dırdırla yürümez!’
           
Durdu GÜNEŞ fıkralarından bir diğeri olan ‘Verdik O Alçağı APK’ya’ da ise; insanın bu günkü başarılarına bakarak şımarmaması, her inişin bir de çıkışının olduğunu unutmaması adına biz okurlara nasihat etmektedir:
            ‘Bir bakanlıkta personel dairesi başkanlığı yapan bir arkadaşım anlatmıştı:
            Göreve başladığım dönemde birçok bürokrat görevlerinden alınıyor APK’ya uzman olarak(Araştırma Planlama Kurulu, şimdiki adı Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı) atanıyordu. Bu arada evde bu  konuya ilişkin telefon konuşmaları oluyordu. Gün geçti devran döndü. Bende görevvden alınıp APK’ya atandım. Yine bir arkadaşım telefon etmişti. Bende APK’ya atandığımı söyledim. Telefon görüşmesini bitirdikten sonra, küçük kızım sordu:
            -Baba artık sen kötü adam mı oldun?
            -Yok, kızım nerden çıktı şimdi, dedim.
            Kızım bu kez,
            -Baba sen sürekli telefonda konuşurken, verdik o alçağı APK’ya, verdik o şerefsizi APK’ya diyordun ya, dedi.’
Yazar kitabın son kısmında da okurları için de yer ayırmış ve okurların başından geçen komik bir anıyı yazmalarını istemiştir. Resmiyet, ciddiyet ve somurtkanlığın had safhada olduğu, gülmenin şirazesinin kaydığı, hayatın ise sanal alemden  ibaret zannedildiği  bu zamanlarda; ne başımızdan komik haller geçer, ne de bu halleri idrak edip onlara ufacık bir gülümseme tepkisi verilir.

Tepki vermek normal insanların özelliklerinden yalnızca biridir. Halbuki sistematik zihin ve ruh yapısına sahip, robotlaşmış, olağan üstü insanlar bu özelliklerden mahrumdurlar. Onların kalbleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, fakat onlarla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder