Türk sözlü
edebiyatının günümüzde son derece canlı olarak yaşamakta olan türü
fıkradır. Fıkralar, Türk sözlü edebiyat geleneğinin en eski türlerinden
biridir. Dîvânu Lügâti’t-Türk’te ‘fıkra’ karşılığı olarak kullanılan ve tam
olarak da, ‘Halk arasında ortaya çıkıp insanları güldüren şey’ anlamındaki
‘küg’ ve; ’külüt’ kelimelerinin varlığı da fıkra türünün eskiliğinin bir
göstergesidir. Fıkra türü, çoğunlukla sözlü edebiyat geleneği içinde yer
almakla birlikte yazılı edebiyat geleneğinin de yoğun olarak kullandığı bir
iletişim aracıdır.
Hemen hemen bütün
kültürlerde var olan fıkra geleneği, fıkra aracılığıyla milletin asli
değerlerine sahip çıkmayı amaçlamaktadır. Fıkra, gündelik hayatta karşılaşılan
aksaklıkları ve yanlışlıkları, uyumsuzluk ve uygunsuzlukları; hikmetli, keskin
ve ince bir alayla yansıtmaktadır. Fıkra bir dönemi sosyal ve kültürel anlamda
anlamanın ve anlatmanın yollarından biridir. Çünkü fıkra ile bir dönemin sosyal
ve kültürel fotografı çekilmektedir. Fıkra için bir dönemin şifresi veya
anahtarı da denilebilir. Fıkraları anlamak ve anlatabilmek için; ince bir
zekaya, stratejik bir düşünme yapısına ve yumuşak bir gönüle sahip olmak
gerekir. Fıkralar bir konuşma esnasında; meselenin tesirli, etkili ve akılda
kalıcı olması için de kullanılmaktadır. Fıkraların genel olarak en yaygın
işlevlerinden birisi de, bir kişi veya kurumu yıpratmak, gülünç duruma düşürmek
ve geniş kitlelere yönelik propaganda malzemesi olarak kamuoyu oluşturmak ve
yönlendirmektir. Fıkra ile alakalı genel bir bilgi verdikten sonra asıl
meselemize geçebiliriz.
Durdu GÜNEŞ’in
‘Hayatın İçinden Fıkralar’(ANKARA-2013) kitabı bir SAGE Yayın kuruluşu olan
KUĞU KİTAP’tan çıkmış. Yazar, bazen kendi dilinden, bazen de başkalarının
dilinden anlattığı fıkralarla okurlarını ince esprilerle güldürürken, aynı
zamanda düşündürmektedir. 108 fıkradan ve 115 sayfadan oluşan kitapta çoğu
zaman bizlerinde karşılaştığı esprili hadiseler gayet sade bir üslupla
anlatılmış.
Durdu GÜNEŞ
kitabın girişinde fıkra ile alakalı ‘efradını cami, ağyarını mani’ bir çerçeve
çizmiş ve günlük hayatta sıklıkla karşılaştığımız bazı esprili hadiseleri idrak
edebilmek için mizah kültürüne sahip olmak gerektiğini şöyle ifade etmiştir:
‘Fıkralar bizi güldüren kısa öykülerdir. Sohbete neşe kattığı gibi bir
meselenin anlaşılmasına yardım eder. Bazen fıkra yardımıyla birini ikaz ederiz.
Bazen fıkradan hayata dair bir ders çıkarırız.
Fıkralar bir
toplumun düşünce yapısını, eğlence anlayışını ve hayat tarzını da yansıtır.
Yerinde kullanılmak kaydıyla fıkralar düşüncemizin oluşmasında sağlıklı
iletişim kurulmasında oldukça önemli rol oynar. Açık ve net söyleyemediğimiz
bir konuyu fıkra yardımıyla anlatırız.
Günlük hayatın
içinde birçok fıkraya konu olacak olayla karşılaşırız. Ancak mizah kültürüne
sahip isek hayatın içindeki bu fıkraların farkına varırız. ’Bu milletin
okuma-yazma bilmeyen ama irfanıyla meseleleri halledebilme melekesine sahip
büyükleri ile milletin içinden çıkan ama içinden çıktığı milletin değerlerini
hor ve hakir gören (düşman olanları da yok değil), adam olmayı malumat
yığınlarında boğulmakla, maddi servet kazanmakla, makama-mevkie esir olmakla
eşdeğer gören cahil diplomalıların anlatıldığı ‘Bu Memleket Dırdırla Yürümez’
adlı fıkrasından testimiz miktarınca alınacak birçok hikmet vardır:
‘Anadolu’nun bir köyünden çıkmış,
Ankara’da Mühendislik fakültesinde okuyordu. Köyüne döndüğünde köy kahvesinde oturmuş,
halkına tepeden bakan ve bilgiçlik taslayan edasıyla konuşmaya başladı:
-Bu
halk cehaletten kurtulmalıdır.
-Halk
çağdaş anlayışla yeniden yapılandırılmalıdır,
-Toplum
ilerici bir anlayışa sahip olmalıdır.
Köşede bu sözleri dinleyen Ramazan Emmi gayri
ihtiyari seslendi:
-Oğlum,
bu memleket dırdırla yürümez!’
Durdu GÜNEŞ
fıkralarından bir diğeri olan ‘Verdik O Alçağı APK’ya’ da ise; insanın bu günkü
başarılarına bakarak şımarmaması, her inişin bir de çıkışının olduğunu
unutmaması adına biz okurlara nasihat etmektedir:
‘Bir
bakanlıkta personel dairesi başkanlığı yapan bir arkadaşım anlatmıştı:
Göreve
başladığım dönemde birçok bürokrat görevlerinden alınıyor APK’ya uzman
olarak(Araştırma Planlama Kurulu, şimdiki adı Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı)
atanıyordu. Bu arada evde bu konuya
ilişkin telefon konuşmaları oluyordu. Gün geçti devran döndü. Bende görevvden
alınıp APK’ya atandım. Yine bir arkadaşım telefon etmişti. Bende APK’ya
atandığımı söyledim. Telefon görüşmesini bitirdikten sonra, küçük kızım sordu:
-Baba
artık sen kötü adam mı oldun?
-Yok,
kızım nerden çıktı şimdi, dedim.
Kızım
bu kez,
-Baba
sen sürekli telefonda konuşurken, verdik o alçağı APK’ya, verdik o şerefsizi
APK’ya diyordun ya, dedi.’
Yazar kitabın son
kısmında da okurları için de yer ayırmış ve okurların başından geçen komik bir
anıyı yazmalarını istemiştir. Resmiyet, ciddiyet ve somurtkanlığın had safhada
olduğu, gülmenin şirazesinin kaydığı, hayatın ise sanal alemden ibaret zannedildiği bu zamanlarda; ne başımızdan komik haller
geçer, ne de bu halleri idrak edip onlara ufacık bir gülümseme tepkisi verilir.
Tepki vermek
normal insanların özelliklerinden yalnızca biridir. Halbuki sistematik zihin ve
ruh yapısına sahip, robotlaşmış, olağan üstü insanlar bu özelliklerden
mahrumdurlar. Onların kalbleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri
vardır, fakat onlarla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler.